Saigon & Ho Shi Minh
Tapınakların şehri...
Güzel anılarla dolu Kamboçya seyahatimizi sonlandırarak Vietnam’a doğru yol aldık.
Yolda küçük köylerde durup, balıkçıları fotoğrafladıktan sonra Sınıra ulaştık.
Sınırda bizi en çok şaşırtan Kamboçya’daki genel görünümden çok farklı bir şekilde bir çok lüks Casino Otellerinin yan yana sıralanmasıydı.
Maalesef paranın önüne hiç bir şey geçemiyor !...
Saygon’a giderken ilk durağımız Cho Dai Tapınağı.
Burası çok büyük, etkileyici ve çok renkli bir Tapınak. Sabah çok erkenden çıkmamızın nedeni burada yapılacak öğle ayinine yetişmek içindi. Gerçekten de buna değdi ve harika fotoğraf kareleri yakalama şansı bulduk. Bem beyaz giyinmiş inananlar, alışa geldiğimiz turuncu ve bordo renkli kıyafetlerden farklı olarak mavi, kırmızı, sarı renkte monklar ile çok renkli ve farklı bir deneyimimiz oldu.
Kodaizm Dinini anlatmadan geçemeyeceğim.
Zira, Cho Dai isimli bir Vietnamlı 1926 yılında ülkesinde bir siyasi parti kurmak istemiş, fakat o zaman yönetimde olan Fransız Hükümeti tarafından kendisine izin verilmemiştir.
İşin trajik/komik yanı kendisine siyasi parti kuramayacağını bildiren Fransızlar, ama istemesi halinde din kurabileceğini söylerler.
Bunun üzerine de Cho Dai 1929 yılında Kodaizm dinini kurar !...
Bu din, diğerlerinden esinlenerek yaratılmıştır. Örnek vermek gerekirse, tapınağı girişi iki büyük çan kulesi ile Kiliseyi, orta bölümü bir kubbe olmak sureti ile Cami’yi arka bölüm ise tamamen Çin mimarisinde bir Budist tapınağını andırmaktadır.
Günde 4 ayin yapılmakta ve bunlar 06:00 – 12:00 – 18:00 – 24:00 saatlerinde yerine getirilmektedir.
Müslümanlıktaki gibi secdeye varılmakla birlikte genel oturuş Hinduizm ve Budizm’deki gibi bağdaş kurularak yapılmaktadır.
Kadın, erkek Musevilikteki gibi aynı salonda ama sağ ve sol tarafta olmak üzere yer alıp, dua etmektedirler.
Üst katta ise, org yerine daha çok uzak & orta doğu enstrümanları ile müzik yapılmakta ve kızlardan oluşan bir koro şarkı söylemektedir. Ayrıca mum ve tütsü yakımı da ritüellerde yerini almaktadır. Oldukça ilginç ve güzel bir karışım !... :-))
Bu görkemli tapınak ise 1933 yılında yapılmaya başlanıyor ve 1950 yılında tamamlanıyor. O süre zarfında inananların sayısı gittikçe artmasının yanında yaklaşık 25,000 askeri de oluyor Cho Dai’nin ve eminim çok şaşıracaksınız, Amerika’nın desteği ile Saygon’a saldırıyor !...
Fakat tabii ki sonuç hüsran.
İşin en şaşılacak yanı ise, şu an itibarı ile Cho Dai dininin 4,000,000 üzerinde, isterseniz bir de yazı ile yazayım dört milyonun üzerinde inananı var !... Dinin nasıl bir güç olduğunun göstergesi !
Saygon’a gelmeden önce bir başka durağımız ise, “Cu Chi Tünelleri"
Vietkongluların 3, 6 ve 10 metre derinliklerde yarattıkları mühendislik harikası ve gerilla savaşını kazanmakta en önemli rol oynayan tüneller.
O kadar dar ki, ben bile girmekte zorlanıyorum ve örnek amaçlı 5 metre mesafedeki tünelden bir diğerine giderken insan çok fena klostrofobiye kapılıyor ve ter içinde kalıyor. Düşünün ki, bu insanlar bu tünellerde tam 15 yıl yaşamışlar !...
Burası bir ülkenin dünyanın en büyük gücüne karşı vatanını korumak için neler yapabileceğinin en güzel kanıtı. Burası azmin ve irade gücünün karşısında süper güçlerin çaresizliğinin en güzel örneği.
Kendileri küçük, yürekleri büyük insanlar ...
Vietnamlılar bu savaşa Vietnam savaşı demiyorlar, onlar Amerika savaşı adını vermişler. Neden olarak da, “bu savaşı biz istemedik, bunu Amerikalılar istediler, onların savaşı bu” diyorlar. Bence Amerika’nın neden kaybettiğinin en güzel kanıtlarından biri.
Buradan Yaklaşık 2, 3 saat bir yolculuktan sonra Saygon’a geldik.
Saygon’un yeni adı Ho Chi Minh. Amerikalılara ve Fransızlara karşı kurtuluş savaşı vermiş bir kahraman. Bu sebeple de Vietnam’ın en önemli şehri olan Saygon’a onun adını vermişler. Her ne kadar Saygon ismi bizim daha hoşumuza gitse de, Ho Chi Minh’e hürmeten ve saygıyla onun adını anmamız kanımca daha doğru. O Vietnamlıların Atatürk'ü.
Bu şehirde beni en çok şaşırtan şey... Motosikletler daha doğrusu Scooter’lar.
Bu kadar çok motoru bir birlerine bu kadar yakın olarak seyretmelerini görmek gerçekten şok edici. Öyle ki, 8 Milyon nüfuslu şehirde Motosiklet sayısı 6 Milyon ! Tam bir sel gibi akıyorlar. Karşıdan karşıya geçmek ise başlı başına büyük bir macera. Biz fotoğraf delileri ise, onların yanımızdan geçmelerini ve bir nehir akışı gibi poz yakalamak için üstadımız Niko’nun direktifi ile caddenin tam ortasında durarak ciddi heyecanlı anlar yaşıyoruz. Zira o kalabalığın ve hareketliliğin içinde kendinizi arı kovanında gibi hissediyorsunuz.
Otelimize yerleştikten sonra, Saygon’un renkli ışıkları ve lüks dükkanlarının önünden geçerek ve Noel süslerinin önünde insanların uzun kuyruklar oluşturarak delicesine fotoğraf çekmelerini de şaşkınlıkla seyrederek şehri tanımaya çalışıyoruz. Akşam yemeği için Vietnam mutfağı ile ünlü “Lemongrass” lokantasına gidiyoruz. Burası ambiyansı çok kuvvetli olmasa da, çok lezzetli Vietnam yemekleri sunan keyifli bir Restoran. Tabii yemek öncesinde restoranın hemen yanında bulunan masaj salonunda yol yorgunluğunu atıp, iştahımızı daha da arttırmayı ihmal etmiyoruz.
Yemek sonrası ise, keyifli pasta hanelerde biraz zaman geçirdikten sonra, “Red Bar” adında canlı müzik yapan bir Bar’a giriyor ve geceyi orkestra ile bile Karaoke yapan Vietnamlılar ile birlikte şarkı söyleyerek bu Karaoke deliliğine katılıyoruz. Fakat çıkarken bir Amerikalının “never ever again please...” nasihatini da unutmadan geceyi noktalıyoruz.
Ertesi sabah çok erkenden kalkıp, direk Mekong Nehrine doğru yol alıyoruz. Yaklaşık 3 saat süren bir yolculuk bu. Mekong nehrine varınca öncelikle karşıya küçük sevimli bir feribotla geçiyoruz. Burada büyük kayıklar ile Mekong nehrini gezip, Floating City’i ziyaret edip çok ilginç bir pirinç tesisini gezme imkanı buluyoruz. Pirinç ‘ten yapılan, pirinç kağıdı, pirinç patlağı ve pirinç tatlılarının nasıl yapıldığını görme ve tatma şansına sahip olduk. Ayrıca Sake ve içinde 20 adet yılanın bulunduğu çok özel yılan viskisini de tattık. Açıkçası ben yılan viskisine bayıldım !...
Burada kayık değiştirerek Vietnamlı kadınların kürek çekerek götürdükleri ikişer kişilik kayıklarda Mekong’un dar kollarında yol alıyoruz. Tropik ağaçların gölgesinde huzur verici müthiş güzel bir yolculuk. Bu yolculuk bizi öğle yemeğimizi yiyeceğimiz çok güzel bir Restoran’a getiriyor. Burada masa ortasına dağılmasını engelleyecek şekilde tahtalar ile sıkıştırılmış şekilde getirilmiş balığı dik olarak yiyiyoruz !... Balığın lezzetinden daha çok yeme şeklimiz keyif verici. Bunun yanında benim çok hoşuma giden ve Vietnamca “Goi Cuon” dedikleri ve pirinçten yapılan şeffaf renkli dürümler ile salata yememiz. İngilizcesi “Salad Book” hafif ıslatarak kendinizin yaptığı bu salata dürümleri, soya sosu ile birlikte çok lezzetli ve keyifli oluyor.
Restoranın bahçesinde ayrıca üzeri teller ile kaplı, içinde su olmayan havuz yer almakta. Bu havuzun içerisinde ise, kuru palmiye yapraklarının üzerinde bir çok kertenkeleyi fark ediyoruz. Öğrendiğimize göre Vietnam yemekleri içinde kertenkelenin önemli bir yeri varmış ve çok lezzetli eti olması bakımından da oldukça pahalı bir yemekmiş. Bizdeki balık lokantalarında akvaryumdan balık seçer gibi , kertenkelenizi seçiyorsunuz, onlarda isteğinize göre hazırlayıp size sunuyorlar.
Restoran çıkışında ise, Niko ile birlikte yaklaşık 3 metre uzunluğundaki canlı piton yılanı ile poz vermemiz ve hatıra fotoğrafı çektirmemiz ise çok farklı bir duygu ile, unutulmaz bir anı yaşattı.
Saygon’a dönüşte biraz alış veriş yaptıktan sonra, masanın ortasında bulunan ızgaralarda kendimizin hazırladığı et ve balık ızgaralarının keyfini çıkardığımız bir Japon Tapenyaki restoranında keyifli bir gece geçiriyor ve seyahatimizin son akşamında, kadehlerimizi hep böyle keyifli ve neşeli seyahatler yapmaya kaldırıyoruz.
Yemek sonrası Saygon’un opera binasının hemen yanında yer alan oldukça ünlü ve bir çok filme konu olmuş Continental Otelin açık alanında tatlılarımızı yiyor ve Saygon’un renkli gecesinin keyfini çıkararak geceyi sonlandırıyoruz.
Son günümüz artık uzun yolculuklar yapmadan şehri gezmek ve Saygon’u daha iyi tanımak.
İstikamet China Town... Her yerde çin mahalleleri kalabalık ve tam bir keşme keştir ama burası tam bir curcuna !...
Bizim mahmut paşayı andırdığından fazla etkilenmemekle birlikte yine de ilginçti.
Pazar yeri olmasa da, Çin Mahallesinin içinde yer alan “Lady Thien Hau” Çin Tapınağı çok ilginç ve görülmeye değer. Oldukça küçük bir tapınak olmakla birlikte muhteşem figürleri, çanları, heybetli girişi ve özellikle de tütsülerin dikildiği bronz çanakları ile çok etkileyici bir tapınak. Duaların önemine göre 1, 3 ve 7 gün yanabilen mumlar satılmakta ve bunlar isterseniz tavanda yer alan tellere asılarak, isterseniz kumla dolu dev bronz kaplara dikiliyor. Bu mum / tütsülerin dumanları ise muhteşem bir fotoğraf karesi sunuyor. Ayrıca pembe kağıtlara yazılmış duaların duvarlardaki manzarası da çok etkileyici...
Lady Thien Hau, inançlarına göre Çinlilerin Vietnam’a gelirken onları okyanustaki fırtınalardan koruduğuna inandıkları bir Deniz Tanrıçası.
Bu tapınağı gezdikten sonra bir başka Çin Tapınağını ziyarete gidiyoruz. "Cha Tam"
Burası çok ilginç ve farklı gelmiyor fakat tapınağın girişinde bir havuz var, içerisi kaplumbağalar ile dolu. İnsanlar buraya kaplumbağ getirerek veya hemen tapınak dışında bulunan dükkandan kaplumbağ alarak bu havuza bırakıp, onları özgür kılıyor ve bunun da kendilerine şans getireceğine inanıyorlar !
Arada bir çalan çanlara ise anlam veremediğimden sormak zorunda kaldım.
Meğerse, biri bağış yaptığında tanrıların haberi olsun diye çan çalınıyormuş !...
Bir nevi sesli havale mesajı. :-))
Tam çıkarken ise, tapınağın hemen girişinde bulunan ve üzerinden dumanlar çıkan ve adeta bir fırını andıran yapı dikkatimi çekti. Rehberimizden öğrendiğime göre; insanlar ölenlerin de öbür dünyada paraya ihtiyaç duyduklarını bu sebeple de, bu fırına sahte para atıp yakarak duman vasıtası ile ölülerine para yolluyorlarmış !
İşin ironik yanı ise, bu sahte paralar, gerçek para karşılığında tapınak girişinde satılıyor !... Yorum yok :-))
Öğle yemeğimizi Saygon’un, harika Fransız koloni el mimarisinde olan en ünlü ve en şık restoranı olan “Temple Club” da yapıyoruz. Rehberimizin dolduruşuna göre de yemek yediğimiz masada daha önce Brat Pitt ile Angelina Jolie yemek yemişler !... Bizler için pek bir şey ifade etmese de, anlık da olsa Angelina’yı hatırlamak, yediğimiz yemeklerin lezzetine, lezzet kattı.
Yemek sonrası, rotamız Vietnam Savaş Müzesi. Bizleri en çok etkileyen ve uzunca bir süre etkisinden çıkamadığımız ve insanın duygularını allak bullak eden insanlık dramı ve insanlık utancının anlatıldığı müze.
Uçak saatimize daha zaman olduğu için, bizi çok etkileyen sccoterların bir kaç fotoğrafını daha çekmek için merkeze dönüyor ve bir kaç kare daha motosiklet fotografı çekiyoruz. Zira gerçekten bu kadar çok sayıda ve bu kadar yoğun bir motor trafiği unutulmaz kareler sunuyor.
Artık zamanı geldiğinden 12 gündür evimizden uzakta olmanın özlemi ile havaalanının yolunu tutuyor ve THY'na check-in yaparak ülkemize dönecek olmanın verdiği memnuniyet ile Vietnama güle güle diyoruz...