Myanmar

Asya’nın kapalı kutusu

DİĞER FOTOĞRAFLAR

Muhteşem Pagodaları, iki bin yıllık görkemli tarihi, güler yüzlü insanları, büyüleyici coğrafi güzelliği ve zengin geleneksel kültürü ile günümüz dünyamızda bozulmamış nadir ülkelerden bir tanesi…

Eski ismi ile Burma,

 

20. Yüzyılın başlarında Myanmar’da görev yapmış İngiliz yazar Goerge Orwell’in Burma Günleri adlı yapıtındaki ülkeyi neredeyse aynı şekilde bulmak mümkün.

Bu arada Myanmar / Burma’nın bir diğer adı da, ülkede binlerce altın varaklı Pagodaların parıldamalarından dolayı The Golden Land – Altın Toprak. Sadece Bagan şehrinde 2,200 adet Pagoda bulunmakta. Gün doğumu ve gün batımında, ışıl ışıl parlayan yüzlerce pagodanın oluşturduğu manzara muhteşem ve görülmeye değer.

​Tabii bu kadar dar gelirli bir ülkenin, her tarafa altın sıvamaları biraz bizdeki ayran / tahtırevan denklemini akla getirse de! Vardır bir bildikleri deyip, geçiyoruz. 🙂

Ülkenin başkenti ve daha modern bir görüntüye sahip olan Yangon Myanmar’ın o güzel değişmemiş ruhunu yansıtmasa ’da; Myanmar halkının dine bağlılığının bir sembolü olan Altın Tapınak Shwedagon Pagoda tüm ihtişamı ile bu şehirde yer almakta. Burası sadece bir tapınak olmanın dışında, adeta Budist halkın bir yaşam merkezi. Akşam geç saatlere kadar sürekli dolu olup, insanlar burada hep birlikte şarkılar söylüyor, yemek yiyor ve birlikte zaman geçiriyorlar.

Myanmar’da tapınakları gezmek için ayakkabılarınızı ve çoraplarınızı çıkarmanız şart. Ayrıca şort ile de girilmediğinden sizlere girişte çuval giyer gibi bir etek veriyorlar. ilk tecrübemi mor eteğim ve çıplak ayaklarımla Shwedagon’da yaşıyorum ! 🙂 İlk başta biraz tedirginlik yaratsa da daha sonra aynı kıyafetle bir çok Myanmarlı, pembe ve kırmızı renkte elbiseleri ile monk’ları görünce, insan çok rahat havaya giriyor ve mistik müziklerinin, mum ve tütsülerinin ruhani büyüsü içerisinde keyifle dans etmeye başlıyor. Hatta bu sıcak ülkede, püfür püfür bu eteğe benzer kıyafetler ile dolaşmak çok keyifli ve arada içkinizi iskoçların şerefine kaldırıyorsunuz. 🙂

Bu güleryüzlü ve kendi halinde geçinen ülke, maalesef 1820’de general Maha Bandula’nın Hindis­tan‘ın İmphal (Manipur) ve Assam eyaletleri­ni ele geçirip Bengal’e yönelmesi sonucunda Hindistan’a o zaman egemen olan İngilizleri uyandırmış. Sonucunda da İngilizler, Hindistan topraklarını geri almakla kalmayıp, Myanmar’a savaş açarak Myanmar’ı da 1882’de ele geçirmişler !… 1937’ye kadar Myanmar, “Birmanya” adı altında Hin­distan’ın bir eyaleti olarak İngiliz yönetimin­de kalmış ve 1948 yılında İngiltere sömürge yönetimi fiilen bitmiş.

Hala bütün güzelliği ve görkemleri ile Myanmar’a ayrı bir güzellik katan koloniel evler, İngilizlerden yadigar.

Talihsiz ülke, 1962 yılında General Ne Win başkanlığındaki askerler tarafından yönetime el konması sonrasında 2010 yılına kadar askeri dikta ile yönetilmiş. İşin ilginç yanı Askeri diktaya karşı yapılan devrim girişimini başlatan ve öncü rol oynayanlar Budist rahipler !…

Din adamlarının diktaya karşı gelerek demokrasi ve cumhuriyet istemeleri, takdire şayan !

Budizm, Myanmar’da bir inanıştan ziyade bir yaşam tarzı. Her Myanmar’lı hayatı boyunca 2 kez manastıra kapanarak minimum bir hafta Budizm öğrenmesi gerekiyormuş. Genelde 6-7 yaşlarında çocuklar ilk kez gidiyorlar ve ne kadar isterlerse o kadar kalabiliyorlar. Çocukların bu yaşlarda gitmesinin bir sebebi de bu manastırlarda iyi bir eğitim almaları ayrıca Manastırda yaşamın tamamen ücretsiz olması. Konaklama yerleri, genelde manastırların ikinci katı ve tamamen yerde yatıyorlar. Yatak veya bölümler bulunmamakta. Tüm monklar yan yana yatmakta ve tek dolapları da ufak bir plastik sepetleri. Kıyafetleri üzerlerine sardıkları bordo veya turuncu renkte bir kumaş. Yemekler ise yöre halkı tarafından bağış şeklinde yapılıyor. Monklar  için günlük yaşam ve eğitim gün doğumu ile başlıyor.  Öğlen 12:00’ye kadar her şeyi yiyebiliyorlar. Fakat öğle yemeğinden sonra her gün ertesi sabaha kadar hiç bir şey yemek yok. Bu sebeple de öğle yemeği çok önemli ve adeta bir tören havası içerisinde gerçekleşiyor. Ellerinde yemek kapları ile sıraya girmiş yüzlerce monku görüntülemek insanı çok heyecanlandırıyor. Büyük kazanların içinden payına düşen yemeğini alan monk, yemekhaneye geçerek yer masasında yemeğini yiyor. Muhteşem bir görsel şölen olsa da, yemek yerken onları rahatsız etmemek için fotoğraf çekmemeye büyük özen gösteriyoruz.

​İlk okul eğitimi seviyesinde bir başka manastır gezimizde ise; pembe elbiseleri ile küçük kız ve kırmızı elbiseleri ile küçük budistlerin teneffüste neşe içinde koşturmaları, büyük bir ciddiyetle çizgi film seyretmeleri ve tamamen yalın ayak futbol ve ayak voleybolu oynamalarını seyretmek çok büyük bir keyifti. Sizin o kadar içlerine girmenizi, görüntülemenizi, hatta onlarla birlikte oyuna katılmanızı hiç yadırgamıyor ve yüzlerinde harika gülümseme ile sizi her daim kabulleniyorlar. Uzakdoğunun bu içtenliği ve kabullenişi beni her zaman çok etkilemiş ve mutlu etmiştir.

20 Yıl boyunca Askeri Dikta’nın baskısı altında ev hapsi hayatı yaşayan, Aung San Suu Kyi, İngiltere’de bıraktığı kocası ve çocuklarından uzak kalarak, büyük bir demokrasi savaşı vermiş ve partisinin %80’lik bir oy oranıyla kazanması ile ülkesine Cumhuriyet rejimi ancak 2010 yılında gelebilmiştir. Halkın, askeri diktanın baskısından korkarak adını sadece “Lady” diyerek andığı  Aung San Suu Kyi Nobel barış ödülü ile ödüllendirilmiştir. Bu muhteşem kadının direnişini ve Myanmar’ın tarihini daha yakından tanımak için, Luc besson’un 2011 yapımı “The Lady” filmini hararetle tavsiye ederim.   Beni en çok etkileyen davranışı ise, milletvekili seçildikten sora ant içerken “Anayasayı koruma” ifadesinin “Anayasaya saygılı olma” ifadesi ile değiştirilmesi konusunda ısrarcı olup, değiştirilmemesi halinde yemin etmeyeceğini bildirmesidir.

Özgürlük ve demokrasi kadar, günümüzde çok hasret kaldığımız, karşılıklı saygının da önemini vurgulaması bakımından bence çok değerli ve çok özel !…

Sanırım, artık günümüzde nereye gidersek gidelim, tüm yurt dışı gezilerimizde bizi en çok etkileyen ve özlemini duyduğumuz şeylerden biri; halkın bir birine olan saygısı, şartsız kabullenişi ve insanların güler yüzü. Umarım cennet ülkemizde bizler de tekrar aynı anlayış, huzur ve güler yüze kavuşuruz.

Pek iyi tanınmadığından belirtmekte fayda görüyorum; Myanmar, Kuzeybatıda Hindistan ve Bangladeş, kuzeydoğuda Çin Halk Cumhuriyeti, güneydoğuda Laos ve Tayland ile komşu olan bu güzel ülkenin güneybatı kıyıları Bengal Körfezi ile çevrili.  Her yıl yaptığımız, klasik 117 Fotoğraf gezimizde bu sene 105 devresinden fotoğrafçı abimiz Yusuf Biton da vardı. Böylelikle Niko Guido, Hakan Pala ile birlikte 4 Galatasaraylı olarak kare ası tamamladık. Tabii ki, her daim kadehimizi ki elimizden hiç eksik olmuyordu, Galatasarayımızın şerefine kaldırıyor Cim Bom Bom çekiyorduk.

Myanmar, kendine özel ışığı ile bence fotoğraf açısından dünyanın en güzel ülkesi.

Her köşesi ve her anı, size apayrı bir fotoğraf sunuyor. Parıldayan pagodaları, kırmızı ve pembe elbiseleri ile budist rahipleri, gölün üzerinde yüzen evleri ve tarlaları, kendilerine özgü balıkçıları ile size muhteşem kareler sunuyor.

İlk okul eğitimi seviyesinde bir başka manastır gezimizde ise; pembe elbiseleri ile küçük kız ve kırmızı elbiseleri ile küçük budistlerin teneffüste neşe içinde koşturmaları, büyük bir ciddiyetle çizgi film seyretmeleri ve tamamen yalın ayak futbol ve ayak voleybolu oynamalarını seyretmek çok büyük bir keyifti. Sizin o kadar içlerine girmenizi, görüntülemenizi, hatta onlarla birlikte oyuna katılmanızı hiç yadırgamıyor ve yüzlerinde harika gülümseme ile sizi her daim kabulleniyorlar. Uzakdoğunun bu içtenliği ve kabullenişi beni her zaman çok etkilemiş ve mutlu etmiştir.

20 Yıl boyunca Askeri Dikta’nın baskısı altında ev hapsi hayatı yaşayan, Aung San Suu Kyi, İngiltere’de bıraktığı kocası ve çocuklarından uzak kalarak, büyük bir demokrasi savaşı vermiş ve partisinin %80’lik bir oy oranıyla kazanması ile ülkesine Cumhuriyet rejimi ancak 2010 yılında gelebilmiştir. Halkın, askeri diktanın baskısından korkarak adını sadece “Lady” diyerek andığı  Aung San Suu Kyi Nobel barış ödülü ile ödüllendirilmiştir. Bu muhteşem kadının direnişini ve Myanmar’ın tarihini daha yakından tanımak için, Luc besson’un 2011 yapımı “The Lady” filmini hararetle tavsiye ederim.   Beni en çok etkileyen davranışı ise, milletvekili seçildikten sora ant içerken “Anayasayı koruma” ifadesinin “Anayasaya saygılı olma” ifadesi ile değiştirilmesi konusunda ısrarcı olup, değiştirilmemesi halinde yemin etmeyeceğini bildirmesidir.

Özgürlük ve demokrasi kadar, günümüzde çok hasret kaldığımız, karşılıklı saygının da önemini vurgulaması bakımından bence çok değerli ve çok özel !…

Sanırım, artık günümüzde nereye gidersek gidelim, tüm yurt dışı gezilerimizde bizi en çok etkileyen ve özlemini duyduğumuz şeylerden biri; halkın bir birine olan saygısı, şartsız kabullenişi ve insanların güler yüzü. Umarım cennet ülkemizde bizler de tekrar aynı anlayış, huzur ve güler yüze kavuşuruz.

Tabii ki bir numara; ayakları ile kürek çeken  balıkçıların yer aldığı Inle Gölü !…

Dağlarla çevrili berrak ve çok sığ gölün (sadece 3m) üzerinde yüzen tarlaları, sopalar üzerinde yükselen göl evleri, kendilerine özgü kayıkçıları ve göl üzerinde öbek öbek nilüfer çiçekleri ile düşsel bir mekan. Gün doğumunda balıkçıları fotoğraflamak için sabah 04:30’da kalkmamız gerekiyordu. Normalde bu saatte kalkmak çok zor gelse de, iki gün üst üste değil bu saatte kalkmak, o muhteşem anın heyecanı ile gece uyumak bile mümkün olmuyordu.

Sabahın ilk ışıklarında, gölün o durgunluğu ve sessizliğinde, kayıkçıların balık avlayışının dinginliği, öyle huzur veriyor ki, anın büyüsünden adeta sarhoş oluyorsunuz. Gün doğumu ile de yüzen tarlaların arasından geçerek, kendilerine has göl evlerinin etrafında geziniyor ve burada motorlu kayıkların sabah trafiğine tanıklık ediyorsunuz.

Myanmar’da her şehir kendine özgü farklılıklar sunmakta.

Diğer gezdiğimiz şehirler; İngiliz Koloni Dönemi Öncesi Başkent olan Mandalay ve  9-13 yüzyılları arasında ülkenin kurucularından sayılan Pagan Krallığının başkenti Bagan.

Bagan’da uçsuz bucaksız vadiye yayılmış 2,200 altın kaplamalı pagodaların gün doğumundaki ışıltısını çekmek için bir Balon turumuz vardı, fakat hava şartları nedeni ile maalesef yapamadık ama bu bizi hiç rahatsız etmedi !…  Hatta gece GS-Trabzon maçını sevgili oda arkadaşım Pala ile birlikte telefondan seyretmekten ötürü sadece 2-3 saat uykulu olmamıza rağmen. Çünkü Myanmar’da hayat huzurlu ve sakin yaşanıyor.

Şunu söyleyebilirim ki; sabah gün doğumunda, kendilerine özgü ayakla kürek çeken balıkçıları veya gün batımında dünyanın en uzun ahşap köprüsü olan "U Bein" köprüsünü ve bir gün muhakkak Bagan’da balon turu yapmak ve bu muhteşem ülkeyi ve insanları fotoğraflamak için tekrar Myanmar’a gelmek çok isterim.

Sizleri de, bu güleryüzlü insanların dünyalarını keşfetmeniz için seyahat planınıza almanızı tavsiye ediyorum.

 

Ne kadar uzağa gidersem, kendime o kadar çok yakınlaşıyorum.

Andrew McCarthy