Madagaskar

Macera ve doğal güzellikler diyarı...

DİĞER FOTOĞRAFLAR

Macera ve doğal güzellikler diyarı, Madagaskar…

 

Milyonlarca yıl evvel Afrika’dan ayrılan gizemli adayı keşfetmeye gidiyoruz…

Galatasaray’dan devre arkadaşlarım Niko ve Pala ile olağan üstü doğal güzellikleri, sadece adaya özel canlı ve bitki türlerini, etkileyici Baobab ağaçlarını ve boyalı yüzleri ile fotoğraf açısından harika kareler sunan portreler çekmeye gidiyoruz…

 

Madagaskar seyahati beni daha bir yıl öncesinden heyecanlandırmaya başlamıştı. Fakat haritada büyük Afrika kıtasının yanında yer alması ve belki de ada algısından dolayı oldukça küçük olarak tahmin ettiğim Madagaskar 587,000 km2 büyüklüğü ile Dünyanın 4. Büyük adası olarak beni çok şaşırttı ! Mukayese etmek açısından şunu söyleyebilirim ki, Madagaskar Fransa kadar büyük bir ülke.

Bu büyüklüğün yanı sıra, bir de ülkedeki ulaşım zorluğunu eklediğinizde tüm adayı kısa zamanda keşfetmek maalesef mümkün değil ! Biz programımızı oldukça uzun tutup tam 14 gün ayırmış olsak da Madagaskar’ın ancak yarısını keşfedebildik. Belli başlı şehirler dışında uçak ulaşımı yok. Ayrıca çok enteresan bir şekilde her şehire uçak ile ulaşım sadece başkent Antananarivo’dan yapıla biliniyor. Dolayısıyla da, seyahatiniz süresince çeşitli defalar başkente dönüyor ve uçak saatleri nedeni ile başkentte konaklamak zorunda kalıyorsunuz.

Kara yolunu ise, bence hiç sormayın ! Zira Morondova – Belo Sur Mer arası sadece 80 Km olmasına karşı, dört çeker araçlar ile bu yolculuk tam dört buçuk saat sürüyor ! Ulaşım zorluğunun getirdiği, gerek zaman kaybı, gerek ise iç hat uçuş fazlalığı nedeniyle oluşan masraf dışında, biz Madagaskar’ın her hangi başka bir olumsuz yanına rastlamadık.

Zaten tüm seyahatlerimizde; “ Amaç varılan noktaya gitmek değil, keyifli olan yolculuğun kendisi ” mottomuz ile, bu yolculuklarda hiç zorlanmadık ve hatta göz açıp kapayıncaya kadar kolay geçen uzun seyahatlerde keyifli sohbetlerimiz ile unutulmaz anılar biriktirdik.

 

Antananarivo

Kim 500 Milyar ister programında final sorusu olarak sorulsa; Madagaskar’ın başkentini bilmek, hadi bildiniz diyelim bu telaffuzu hatırlamak her halde çok zor olurdu ! 🙂

Malgaşlar; yani Madagaskarlılar başkentleri için “Tana” dediklerinden, bizler de tüm seyahatimiz süresince başkente Tana demeyi tercih ettik.

Ekonomik olarak geri kalmış ülkelerde genelde tüm sanayi ve ticaret başkentlere toplandığından, buralarda ciddi bir nüfus birikmesi oluyor ve tabii ki yetersiz altyapı sebebi ile de, ciddi bir kirlilik ve inanılmaz kaotik bir trafik oluşuyor. Açıkçası bu güzel ülke için Antananarivo size maalesef güzel bir ilk intiba sunduğunu söyleyemiyeceğim ! 🙁

Sürekli sömürge altında yaşamış olan Malgaşlar, bağımsızlıklarını ancak 40 sene evvel elde edebilmişler. Şimdilerde ise, modern 21.YY ekonomik sömürgesi altındalar diyebiliriz. Zira asgari ücretin aylık 50€ olduğu ülkede, tüm güzel oteller, restoranlar, barlar, gece kulüpleri eskisi gibi Fransızların elinde !…

Kaldığımız “Grand Urban Hotel” bunlardan sadece biri ve teras restoranı, manzarası ve odaları ile size Avrupa’nın keyifli otellerini aratmayacak bir konfor sunuyor. Aynı şekilde, Madagaskar’a özel hörgüçlü bir tür öküz olan Zebu’nun çok lezzetli etini yiyebileceğiniz “Sakamanga Restoran” veya gece sonunda gideceğiniz “Hilton Jazz Bar” adeta çölde bir vaha gibi ! Beyazların, yerel Malgaşlar ile birlikte eğlendiği ve canlı müziğin yapıldığı Glacier Bar’da Tana’ya her gelindiğinde muhakkak uğranılması gereken bir gece kulübü.

 

Andasibe

İkinci durağımız, “Analamazotra National Parkı” ziyaret edeceğimiz Andasibe.

Çok özel faunası ile Madagaskar, sadece bu adaya özel hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Bunların başında da tam dokuz çeşidi olan ve maalesef nesli tükenmekte olan lemurlar geliyor. Ağırlıkları 30 gramdan 9 kg’a kadar farklılık gösteren, kimisi sadece gece aktif olan çok sempatik ve özel lemurların en çok görüldüğü yer Andasibe. Lemurları Madagaskar çizgi filmindeki “Kral Julien” ile tanımıştık; bu seyahatimizde de kendileri ile yüz yüze tanışma şansımız oldu. Gerçi samimiyeti arttırarak bazılarının kafamıza çıktığı da olmadı değil ! 🙂

2 saat boyunca yaptığımız jungle orman içi gezimizde en yaşlı ve en büyük olan “İndiri indiri” lemur’ları yüksek ağaç dallarının tepelerinde izlemenin yanı sıra jungle orman içinde seslerini dinlemek de muhteşem bir deneyimdi. Dans eden lemurlar’dan, sadece gece aktif olan ve 15cm büyüklüğünde olanına kadar çok değişik çeşitlerini görüntülemenin yanı sıra 5m*5m boyutunda olan ve Aloevera’ya benzeyen dev kaktüsler ile dolu bitki örtüsü de bizleri çok etkiledi.

Bu arada, şunu da belirtmek isterim ki Madagaskar’a özgü olan bazı özel türleri insanoğlu olarak itinayla yok etmiş bulunuyoruz ! Bu ayıbımızın altını özellikle çizmek isterim çünkü dünyanın en büyük kuşları olan Madagaskar’a özel “Fil Kuşları” da, maalesef soyu tükenen bu türler arasında. 🙁

Genelde öncelikli olarak insan ve kültürel fotoğraf çekmeyi tercih eden bizler için seyahatimizin ilk bölümü adeta National Geographic fotoğrafçılığı gibi oldu.

Fakat başka bir yerde göremeyeceğimiz bu hayvanları fotoğraflamak da oldukça heyecan verici ve bir o kadar da özeldi.

Örneğin, Andasibe’de ziyaret ettiğimiz bukalemun çiftliğinde, adeta kamuflaj harikası olan Bukalemunları fotoğraflama imkanı bulmak ve ayrıca yine sadece Madagaskar’a özel 10 cm boyunda “Minyatür Bukalemun” ve “Domates Kurbağasını” fotoğraflamak çok özeldi. Her ne kadar domates kurbağayı havada zıplarken fotoğraflamaya çalıştıysak da, Pala’nın muz yaprağını olması gerektiği gibi çekemediğinden maalesef başarılı olamadık 🙂

Bu arada, bizim yer olmadığından maalesef konaklayamadığımız Vakona Lodge’a uğramayı, gölet kenarında muhteşem bir yemek yemeyi ve yapay kanalda kanolar ile gezip, birbirinden değişik lemurları fotoğraflamayı atlamayın derim.

 

Morondova

Benim için Madagaskar’ın en özel yeri !

Zira burası “Avenue de Baobab’ın” olduğu şehir.

Efsaneye göre tanrı kazara baobabı yere ters dikmiş.

Kalın gövdesi ve gövdesine göre acınacak incelikteki dallarıyla, gerçekten de Baobab tepe-taklak olmuş bir ağacı andırıyor!

Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens kitabında tanıdığım ve “gerçeği nasıldır acaba?” diye merak ettiğim baobap ağaçları; dev gövdeleri, 800 yıllık olmaları ve upuzun yapıları ile, benim için kitaptan da daha etkileyici ve büyüleyiciydi…

Afrika’da başka çeşitlerde Baobab ağacı görmüş olsak da, sadece Madagaskar’a özel bu uzun Baobab türü gerçekten bir başka !

800 Yıllık Baobab ağaçlarının gölgesinde uzanan bu yola “Avenue de Baobab” diyorlar ve tozun, toprağın içinde Morondova – Tsiribihina’yı birbirine bağlayan bu yolda yolculuk etmek bir ayrıcalık olarak görünüyor.

Hem gün doğumunu, hem de gün batımını ikişer kere fotoğraflama imkanı bulduğumuz Baobab Avenue bizleri adeta büyüledi ve buradan ayrılmak istemedik. Öyle ki, akşam havanın kararmasını beklemek ve görevlilere para verip tüm ışıklandırmayı kapattırarak Baobap ağaçlarını samanyolu yıldızları ile birlikte fotoğraflamak eşsiz bir deniyim oldu. Gece çekiminde bizden başka burayı fotoğraflamak için tek başına gelmiş olan BBC History channel sunucusu Trei ile tanışmak ve ondan gece Samanyolu fotoğrafı çekmenin püf noktalarını öğrenmek gerçekten çok keyifliydi. Trei, şimdilerde vahşi yaşam fotoğraf turları düzenliyor. Gerçi bizim gibi Bukalemun fotoğrafı çekebilmiş midir ? Hiç sanmam ! 🙂

Kaldığımız Palisandre Hotel, deniz kenarında çok keyifli bungalovlardan oluşan güzel bir otel. Yemekleri ve kahvaltısı da çok güzel olan bu otelde hiç unutamayacağımız an ise, yemek sonrası Niko’nun istediği double espresso’yu garsonun 2 ayrı espresso fincanı getirip “Double espresso” diye sunması oldu. 🙂

Baobab ağaçlarının yanı sıra, Morondova’da cadde üzerine kurulan Pazar da oldukça enteresandı. Her şeyi kafalarında taşıyan Malgaşlar arasında en şaşırtıcısı kafasında iki çuval kömür taşıyan küçük kızdı. Pazar karmaşası bizlere ayrıca; tamamı 1m2 olan kuaför salonu, beyaz duvar dibinde adeta resim tualinde poz verircesine canlı tavuk satan satıcı kadınlar ve yüzleri boyalı sokak satıcılarından oluşan birbirinden renkli harika fotoğraf kareleri sundu.

Morondova’nın unutulmaz bir yanı da şehrin hemen karşısında yer alan balıkçı köyü. Küçücük kayıklarda hınca hınç dolu tekneler sizi karşı kıyıya geçiriyorlar. Bu balıkçı köyünde bembeyaz kumlarda, balıktan dönen köyün erkeklerinin getirdikleri balıkları tüm ailenin çoluk çocuk beraberce ayıklamaları, renkli leğenler içinde pazara taşımaları görülmeye değer !… Yağmurun çok az olduğu Madagaskar’da bu rengarenk leğen taşıyan kadınları görünce açıkçası insan “İşte Madagaskar’ın gökkuşağı” diyor.

 

Belo Sur Mer

Morondova ile Belo Sur Mer arası sadece 80 Km. Ama bu iki şehir arasını dört çeker araçlarla gitme süreniz dört buçuk saat ! İnanılır gibi değil ama, yer yer kum, yer yer nehir yatağı olan ve genelde de orman içinde gidilen bu yolda ortalama süreniz sadece bisiklet hızında ! “Google Map” te yazıp da “no road” cevabı aldığımız bir yolculuk yapmak da değişik bir ilk oldu.

Yolculuğun en şaşırtan yanı ise, arada kontrol noktası gibi modern “OGS” noktalarına geliyorsunuz ve sizleri bir bariyer karşılıyor. Bariyer etrafında kurulan köyün daha doğrusu kabilenin yerlileri sizden 1€ almadan geçmenize izin vermiyor ve bu ödeme sırasında sizlere ayrıca muz, hindistan cevizi gibi ürünlerini de satıyorlar. Haraca kesmek gibi gelse de, rehberimizden öğrendiğimize göre bu yolları o yerliler açtığından ve açılan yola sahip çıktıklarından doğal haklarıymış ve araçlar bu parayı öderken hiç rahatsız olmuyorlar.  Açıkçası araç garantisi verilen ve geçmediğimiz yollara ödediğimiz “Modern” haraçlardan çok daha adil ve mantıklı.

Dört saat yol aldıktan sonra, kumların ortasında bir baraka ve üzerinde “Belo Sur Mer” yazısı ile karşılaşıyoruz. Açıkçası ben bunu bir yol levhası zannedip, daha yolumuz olduğunu düşünmüştüm. Oysa gelmişiz ! Meğer, Belo Sur Mer kumlar üzerine kurulu bir kaç evden ibaret bir sahil kasabasıymış.

Muhteşem bir deniz ve bembeyaz kumlardan oluşan sahil kasabası kulağa çok hoş gelse de, gerçekten tüm caddelerin, pazar yeri ve meydanın kum içinde olması gerçekten çok farklı ve şaşırtıcı ! Ayrıca sürekli flip flap terlikler ile gezmek de, keyiften ziyade biraz eziyet. Zira ayağınızda yaralar olabiliyor ve ortamın pek de hijyen olmaması nedeni ile iltihap kapabiliyor ki maalesef Niko ve Pala’nın başına geldi ve enfekte olan ayaklarını ancak 4-5 günlük bir antibiyotik tedavisi ile iyileştirebildiler.

Buradaki otelimiz …. . Buraya 25 yıl evvel yerleşmiş bir Fransız bayanın işlettiği bir otel. Yemekler harika ve özel yapım Rom’lar ise inanılmaz ! Kaldığımız bungalov çok keyifliydi, tabii tüm gece odada size eşlik eden kertenkelelerin sesini severseniz. 🙂

Bungalovumuzun hemen önünde kumun üstünde, kapağı cam olan bir sandık durmaktaydı ve içi su dolu bir sürü şişe ile doluydu. Açıkçası tam olarak ne olduğunu anlamak pek mümkün görünmüyordu. Sorunca öğrendik ki, bu bizim sıcak sularımızmış ! yani tüm gün güneş altında kalan bu su şişelerini arzu edersek alıp, banyoda bulunan kovanın içine koyuyor ve böylelikle kendi sıcak suyumuzu hazırlıyabiliyormuşuz !   🙂

Gün boyu yaşanan eşsiz deniz keyfi sonrası akşamüstü gün batımında yelkenlileri ve balıktan dönen balıkçıları fotoğraflamak da çok keyifli. Madagaskar’da yelkenler, kullanılmış çuvalları ve bilumum bez parçasının dikilmesinden oluşturuluyor. “Yamalı yorganları” anımsatan bu yelkenler hem çok primitif, hem de çok hoş bir görsel sunuyor. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanılan ve üzerinde Cumhurbaşkanı adayının resminin olduğu turuncu bayrakların da yelkenin bir yama parçası olarak kullanılması bence harika !… Teknenin daha hızlı gitmesini sağlayan üfürükçü gibi. 🙂

Balıkçılar, benim her daim çok sevdiğim bir fotoğraf konusu. Hatta bir gün sergi açarsam her halde ilk balıkçılar sergisi olacaktır. 

Madagaskar’da ise, balıkçılar, yelkenliler ve tutulan devasa okyanus balıklarından daha etkileyici olan, Madagaskarlıların balıkları kafalarında taşımaları ! Bu başka bir yerde şahit olmadığınız çok enteresan, çok değişik, çok keyifli ve çok renkli kareler sunuyor.

Fotografçılar için gün erken başlar ve sabah dörtte kalkıp, gün doğumu manzarası çekmek her yerde büyük keyif, ama Madagaskar’da gün bir başka doğuyor. Gerçekten etkilenmemek mümkün değil !…

Belo Sur Mer’de bizi keyifli bir sürpriz bekliyordu; yılda sadece iki kere yaşanan gemi indirme töreni. Biten geminin suya indirilmesi için tüm köy sabah saat 04:00 de çoluk çocuk, kadın erkek toplanıyor, müzik eşliğinde kumlarda dans ediyor, içiyor, günü doğuruyor ve gel git başlamadan evvel tüm erkeklerin el vermesi ile büyük kütükler üzerinde gemi çekilerek kıyıya getiriliyor.

Her biri adeta Fatih’in torunları gibi. 🙂

Tekne çekme olayı bir kaç kere tekrar etmekle birlikte teknenin üzerindeki tekne sahibinin çekenleri adeta bir maestro gibi yönetmesi gerçekten çok etkileyiciydi. Tekne kıyıya getirilince, artık sıra denizde. Gel git’in gelmesi ile tekne ilk yolculuğuna çıkabilecek…

Bu tören sırasında tüm içkiler, yemekler tekne sahibi tarafından karşılanıyor, tekne sahibinin ailesi ve yakınları sarılar giyiyor. Tüm köy halkı da renkli kıyafetleri ile bu çoşkulu günü adeta bir bayram havasında kutluyor. Bizler de büyük bir keyifle anı ölümsüzleştiriyor ve bir çok renkli portre yakalama şansı edinmiş oluyoruz.

Belo Sur Mer’den Morondova’ya dönüşümüz, dört çeker jipler ile yine saatte sadece 15 km hız yapabildiğimiz 4 saatlik bir macera ile oluyor. Fakat bu yolculuk bizim için hem çok maceralı, hem de çok keyifli geçiyor; zira suda oynayan çocukları ve koca gövdeli Baobap ağacının etrafına kurulmuş köyü görmek ve fotoğraflamak paha biçilmez bir şans !…

 

Nosy Be

Madagaskar’ın en turistik yeri adanın kuzey batısında yer alan Nosy Be adası.

Burası yağmur ormanlarının kıyıya kadar geldiği, hindistan cevizi ağaçlarının size deniz kenarında gölge yaptığı, bembeyaz kumlardan oluşan uzun plajların ve mavinin her rengini görebileceğiniz muhteşem denizi ile cennetten bir köşe !..

Nosy Be adası doğal güzelliği ile sizi büyülediği gibi, aynı zamanda başka bir yerde zor yaşayacağınız muhteşem deneyimler sunuyor.

Bunlardan en önemlisi de bence “Balina Köpekbalığı / Whale Shark” ile yüzmek.

Tekne ile açılıyor ve denizin ortasında bir kıpırtı gördüğünüzde duruyorsunuz. Bu kıpırtının sebebi ise, tamamen plankton ve mini karidesler ile beslenen balinaya, aynı şekilde beslenen ton balıklarının eşlik etmeleri ve onların sürekli deniz yüzeyinde zıplayıp bu çalkantıyı oluşturmaları. Bunu görür görmez hemen palet ve şnorkellerinizi giyerek denize atlıyor ve karşınızda boyu 7 ila 10 metre arasında değişen ve çok güzel / görkemli olan köpekbalığı balina ile karşılaşıyorsunuz. Tek yapmamanız gereken balinaya dokunmamak. Fakat o dibe dalıp gitmedikçe, yanında yüzebiliyor ve etrafınızda atlayıp duran ve hiç de ufak olmayan Ton balıkları ile bu anın tadını doyasıya yaşayabiliyorsunuz…

Unutulmaz, heyecanlı ve çok keyifli bir “Once in a life time” deneyimdi bizim için.

Ayrıca öğle yemeği molasında da, kıyıya yakın bir koyda dev deniz kaplumbağalar ile yüzmek, biraz köpekbalığı balinanın gölgesinde kalsa da çok keyifliydi.

Esas bizi bekleyen sürpriz ise dönüş yolunda dev “Kambur Balinaya” rastlamamız ve adeta teknemizin altından geçmesiydi! İstediğimiz gibi bir balina kuyruk fotoğrafı yakalayamamış olsak da, bir balinaya bu kadar yakın olmak inanılmaz bir adrenalin !… Gerçi, kuyruğu yakalayamamış olmaya ben çok üzülmedim zira bu şansı bir kere Hawaii’de elde etmiştim ve hem o fotoğrafımız sizler ile paylaşıyor, hem de sevgili Niko ile Pala’ya üzülmemelerini, onlara “çekilmişi var” demek istiyorum. 🙂

Denizi, beyaz plajları, deniz mahsulleri, kg su sadece 5€ olan ıstakozlarının yanı sıra Nosy Be, yağmur ormanları içerisinde şimdiye kadar görmediğimiz diğer lemur çeşitlerini de görmemizi sağlıyor ve son olarak da muhteşem gün batımı ile bizlerde unutulmaz izler bırakıyor…

Biz Nosy Be’ye o kadar hayran olduk ki, az kalsın buradan arazi alıp, üzerine ufak bir otel kuracaktık ! Şaka değil, 3-4 saat arazi gezdiğimiz gibi, ciddi planlar yapıp hayaller kurduk. Hatta 2 dönümlük bir arazi için adeta anlaşma noktasına dahi geldik.

Tabii bu niyetimizde, kaldığımız otelin sahibi Philip’in de bizi cesaretlendirmesinin de büyük payı var. Zira Philip’in oteli 3km uzunluğunda bir koyun tamamına sahip plajı, yağmur ormanları ile 30 dönüm bir arazi üzerinde ve burada muhteşem 30 villa yer almakta. Philippe, bu arazinin 50 yıllık kullanım hakkını ise bundan 5 sene evvel sadece € 30,000’a almış !… Daha fazla bir şey söylemeye gerek var mı ?!

Kesinlikle bir kez daha ziyaret edeceğim Madagaskar’a belki de otel yapmaya gidebilirim…

 

İnsan yılları çabuk unutuyor da, anlar unutulmuyor !…

Reha Keskin