La Tomatina

Kirlenmek hiç bu kadar güzel olmadı!

Anlatılmaz, yaşanır !.. denir ya.

Altmış ton domates içerisinde “La Tomatina is a life time experience”

 

Televizyonda ilk gördüğüm günden beri, hep gitmek istediğim bir festivaldi “La Tomatina”

Farklı, heyecanlı, renkli ve çok eğlenceli…

Sevgili dostum, kardeşim Niko Guido ile Fransa’da yapacağımız seyahatin tarihlerine çok yakın olmasını fırsat bilerek, programımızı biraz uzatarak, Fransa’dan tren  ile Valencia’ya geçip bu keyfi, bu coşkuyu yaşamak

ve fotoğraflamak istedik.

Şimdi geriye bakınca, ne iyi etmişiz de yapmışız diyoruz. Domates’in tadı hala damağımızda 🙂

“La Tomatina” Festivali, Valencia’ya 30 km uzaklıkta bulunan Bunol kasabasında, 1945 yılından beri, her Ağustos ayının son Çarşamba günü gerçekleşmektedir.

Nasıl başladığı bilinmese de, ne iyi olmuş da başlamış dedirtmektedir.

Internet üzerinde bir çok bilgi olmakla beraber, ne kadar sürdüğü ? Nasıl katılınacağı ? gibi bilgiler pek açıklayıcı değil veya pek tutarlığı yok. Örnek vermek gerekir ise, biz bu fetivalin 3 gün sürdüğünü düşünerek program yapmıştık. Oysa sadece tek bir gün sürüyor ve aslında tüm aktivite 2-3 saat ile sınırlı.

Oysa 2-3 saat bile olsa, kesinlikle değer ve “La Tomatina” tam anlamıyla “Life time experience” !…

Ayrıca Valencia harika bir şehir ve burada üç gün geçirmek çok keyifli.

Valencia’yı ayrıca yazımın sonunda daha detaylı olarak belirteceğim.

Festivale gitmeyi düşünürseniz, sakın Bunol’da kalmayın. Hiç bir özelliği olmayan küçük bir kasaba.

Valencia ise muhteşem ve buradan ulaşım taxi ile yarım saat mesafe ve 50 Euro.

Festival günü çok erken kalkıp, taxi ile Bunol’a gitmek gerekiyor. Vardığınızda, festivale katılmak için dünyanın dört bir yanından gelen ve rengarenk, çılgınca festival kıyafetleri ile katılanları görünce, heyecanlanmaya başlıyorsunuz.

Her ne kadar sokak festivali de olsa biletsiz katılmak mümkün değil.

Kurulan çadırlarda festival biletleri satılmakta.

Öncesinden İnternet’ten bilet almak da mümkün ama hiç gerek yok, biletinizi alıp, bilekliğinizi taktıktan sonra, festival caddesinin yolunu tutabilirsiniz. Önemli bir tavsiye de, bilet ile birlikte satılan “After Party” bileti almamak. Zira bu organizasyonlar özel kişiler tarafından organize edildiğinden bitimde sizin bilet aldığınız Parti’nin nerede olduğunu bulmak gerçekten pek mümkün değil !

Onun yerine bitimde beğendiğiniz bir Parti’ye kapıda ödeme yaparak girmek çok daha akıllıca.

Festival dar ve uzun bir cadde ‘de gerçekleşiyor. Araçların kasaba içerisine girişi yasaklandığından; indiğiniz yer ile caddeye yürüyüş oldukça uzun bir yol ama etrafınızda bir çok renkli sima ile ve şarkılar eşliğinde yürümek yolu  çok kısaltıyor. Daha sonra festival alanından çıkmak mümkün olmadığı için de, yol boyu seyyar tuvaletlerde özellikle bayanlardan oluşan uzun kuyruklar göze çarpıyor. Erkekler ise, daha çok sabahın köründe kurulan bira stantlarının önünde kuyruk oluşturmakta ve çayırların aralarında gözükmekte. 🙂

Festival caddesine güvenlik sebebi ile kesinlikle hiç bir çanta alınmadığından çantaları gerçekte kuaför olan ama o gün için içerisinin boşaltıldığı bir mağazaya parça başı 3 Euro olmak üzere teslim ediyorsunuz.

Çantanızın akıbeti ise meçhul !… Hiç çanta götürmemekte fayda var.

Festival caddesine girişimiz yaklaşık saat 09:30 civarı. Tabii bu yürüyüş içerisinde evlerin balkonlarından, çatılarından gerek kova kova, gerek ise hortum ile sizi bir güzel suluyorlar. Hatta bir kova suyu farkında olmadan şiddetlice yediğinizde dağılıp, yere yapışmanız an meselesi 😉

Burada bulunulması gereken en iyi yer caddenin tam ortasında bulunan kilisenin yakınları.

Zira burada öncesinden yağlanmış ve tepesinde koca bir jambon bulunan bir direk bulunmakta.

Festivalin tarihi ritüeline göre köyün gençleri bu direğe çıkıp bu jambonu almaya çalışıyorlar ve kim bu jambonu alır ise, festival o zaman başlıyor.  Direğe tırmanma konusu ise tam bir çılgınlık !

Her kes bir birinin üzerine basarak ve ezilme pahasına jambon savaşı veriyorlar.

Kalabalık ve yağlı direk yetmezmiş gibi, bir de dışarıdan sürekli hortumlar ile su tutuluyor.

Günümüzde festivalin başlama saati ise, jambondan bağımsız olarak saat 11:00

Saat yaklaştıkça tıklım tıklım caddede heyecan gittikçe artıyor, bağrışmalar, tezahüratlar yükseliyor ve nasıl olup da bu kalabalık içerisinde ve bu dar caddede ilerlediğine şaşırdığınız ilk kamyon uzaktan görünmeye başlıyor.

Kamyonun caddeye girmesi ile çığlıklar yükseliyor ve savaşa hazırlık için deniz gözlükleri birer bire takılıyor.

Kamyonun içerisinde 10-15 kişilik gruplar bulunmakta bunlar size kamyonun içerisinden sürekli domates attıkları gibi, bir diğer görevleri de caddeye bol bol domates atarak, bizlerin de domates savaşına katılmamızı sağlamak.

Ayrıca yaklaşık 10 ton domates taşıyan bu kamyonlar, meydana ulaştığında damperlerini kaldırarak kalan tüm domatesleri döküyor ve bileklerinize kadar adeta domates çorbası içinde, delice ve kahkahalar atarak herkese domates fırlatıyor ve kendinizden geçiyorsunuz. Yaklaşık bir buçuk, iki saat süren bu domates savaşında ara ara caddeye toplam 6 kamyon giriyor ve 60 ton domates dökülüyor.

Kural, acıtmaması için domatesleri sıkmadan atmamak.

Ama o heyecan ve keyif içerisinde bunu yapan var mı ? Bilemiyorum.

Açıkçası biz kendimizden geçerek ve büyük bir hırsla atıyorduk ! Ne de olsa, serde Türklük var 🙂

Zaman zaman insan, dünyada bu kadar açlık var iken, 60 ton domatesin ziyan edilmesi yazık değil mi ? diye düşünse de; Ülkemizde mahsul fazlalığından fiyatı düşmesin diye denize dökülmesinden iyidir diyor ve fazla düşünmeden işin eğlencesine ayak uyduruyoruz.

 

La Tomatina

Bu anı yaşamak mı ? Yoksa fotoğraflayıp ölümsüzleştirmek mi ? …

Bizim önceliğimiz fotoğraflamak olduğu için, makinalarımıza her hangi bir zarar gelmemesi için kendimize kuytu bir yer ve hatta her hangi bir evin balkonuna çıkmayı deneydiysek de, tüm evlerin kapıları metal plakalar ile kapatıldığından, değil balkona çıkmak apartmanlar girmek bile imkansızdı !

Gittikçe kalabalıklaşan caddede her hangi uygun bir yer bulmak da pek mümkün olmadığından kaderimize razı olarak olduğumuz yerden festivali izleyip, fotoğraflamaya başlıyoruz.

​Fakat ne fotoğraflamak ? Savaş muhabirleri gibi birbirimizi siper alarak ve ara sıra, kafamızı kaldırıp, ateş edercesine ve kahkahalar içerisinde rastgele foto atışlar yapmak, bugüne kadar hiç yaşamadığımız çok farklı, çok keyifli bir deneyimdi.

​Sonuç; Ne kadar sakınırsak sakınalım, her tarafımız ve fotoğraf makinamız tamamen domates içerisinde kaldı.  O anda makinanın bozulması hiç umurunuzda olmuyor da; tek dert ettiğiniz konu, fotoğrafların güzel  çıkması için objektifi silmek için kuru bir bez parçası bulmak !

Önünüzdeki herkesin en ufak kuru kalan bir kıyafetine can simidi gibi atlıyorduk.

​Ama iyi ki, bir balkona çıkmamışız ve bu güzel festivali tam göbeğinden doya doya hem yaşamış, hem de sanatsal bir değeri olmasa da keyifli anı fotoğrafları çekebilmişiz.

Tabii dönüşte makina tamire ve temizliğe gidiyor !

Ama ne olursa olsun, Nikon’a  o şartlarda dahi, sağladığı performanstan dolayı şapka çıkarıyorum.

Festival bitiminde kendinizi adeta bir domates çorbası içerisinde buluyorsunuz.

İçinde yatanlar, bir birlerine bardak bardak domates suyu dökenler arasından geçerken

sizi bekleyen sürpriz itfaiyenin hem sizi, hem de caddeyi tazyikli sulaması !… Bu sadece bir ön temizlik.

Detaylı temizlik ise, ya yakında bulunan bir ırmakta, ya da bazı evlerin bahçeye çıkardıkları hortumlar ile yıkanmak.

Biz 3 Euro karşılığı bir araba tamirhanesinin içerisinde asılı bulunan hortumlarda temizlenmeyi tercih ettik.

Kirlenmek hiç bu kadar keyifli ve eylenceli olmamıştı !

Teşekkürler Tomatina

 

Macera tehlikeli sanıyorsan,

Rutini dene ; Öldürücüdür !…

Paulo Coelho