Filipinler

Cennet adalar. Hem de 7107 adet !

DİĞER FOTOĞRAFLAR

Pirinç tarlaları, mükemmel kumsalları, büyüleyici gün batımı ve hatta şehir karmaşasının çekiciliği ile…

Cennet adalar ! Hem de 7107 adet 🙂

 

Fotoğrafçı arkadaşımız sevgili Niko’nun önderliğinde her sene 117 Devresi olarak geleneksel Fotoğraf gezisi yapmaktayız. Bu sene ise şartları biraz zorlayarak 2. Gezimizi Jamaika’dan sonra Filipinlere yaptık. 117. Dönemin değişmez misafiri 121. Dönemden Mehmet Yıldırım da tabii ki bizlerleydi.

Filipinleri gezerken, aslında Filipinler hakkında ne kadar az şey bildiğimizi fark ettik ve bu güzel ülke bizleri bir çok bakımdan çok şaşırttı, heyecanlandırdı ve keyiflendirdi.

Filipinler toplam 7,107 adadan oluşan bir adalar topluluğu. Muhtemelen yazı hatasıdır diyorsunuzdur diye bir de yazı ile yazayım dedim yedi bin yüz yedi ada !

2012 yılında yapılan son nüfus sayımına göre de nüfusu 105 Milyon. Bu nüfusla Dünyanın en büyük 12. Ülkesi. Ayrıca tüm dünyaya dağılmış 12 Milyon Filipinli ile de dünyanın en büyük diasporasına sahip.

Rakamlar bazen sadece figürsel gelebiliyor. Fakat Manila’yı yaşayıp, kalabalığı ve trafiği gördüğünüzde bu figürlerin neyi ifade ettiğini daha iyi anlıyorsunuz !  Havaalanı ile kaldığımız Otel sadece 10 km mesafede olmasına rağmen, biz bu yolu tam 1,5 saatte alabildik ! Manila’nın trafiğini gördüğünüz de, iş çıkışı İstanbul köprü trafiğinde ıslık çalar, şarkı söylersiniz. 🙂 Şehirde metro olmadığından maalesef bu trafiği yaşamanız şart.

Bir nebze hızlanmak isterseniz “Tricycle” tercih edebilirsiniz.(motorların yanına takılı sepetler). Aralardan geçtikleri için daha çabuk gitmelerine rağmen bu seferde neredeyse yer seviyesinde gitmek ve tüm araç ve “jeepney’lerin” (önü jeep ve sanayide arkası uzatılmış olan minibüs diyebiliriz) egzozuna maruz kalma durumunuz var.

 

Biz seyahatimizi üç bölümden oluşturduk,  başkent Manila’da şehir ve kültür, Filipinlerin kuzeyinde yer alan 2000 yıllık pirinç tarlalarında fotoğraf ve macera, Borokay adasında da deniz, güneş, kum ve keyif…

Ne iyi etmişiz de bu şekilde planlamışız.

Yaklaşık  iki hafta süren seyahatimiz sanki 3 ayrı ülkeye 3 ayrı seyahat yapmışız tadında oldu.

 

Manila, kalabalığı ve tüm kargaşasına rağmen görülmeye değer bir Başkent.  Intramuros bölgesini atlı arabalar ile gezmek, San Agustin Kilisesi ve Manastırı ve Paco Parkı ziyaret etmek çok keyifli. Turistik yerlerin dışında yeni kurulan Makati Bölgesi, hem iş merkezleri, hem de alış veriş merkezleri ile adeta ufak Amerika !

Geri kalmışlığın en büyük göstergelerinden biri olan gelir dağılımındaki eşitsizliğin en uç noktasını burada tüm dehşeti ile görebilirsiniz. Manila’daki sevgili dostlarımız bizleri gezdirirken, götürdükleri modern alışveriş merkezlerini devasa Lamborghini , Hermes, Choppard gibi mağazaları görünce yorumumuz bunun yanında İstinye Park, Ümraniye Carrefour kalır şeklinde oldu ! 🙂

Ve işin ironik yanı bu merkez ile sokakta çöllerde yaşayan insanlar arasındaki mesafe sadece 300-500 metre !

 

Unesco tarafından koruma altında olan ve 2000 yıllık geçmişi olan pirinç tarlalarına ulaşmamız kiraladığımız 4 çeker ile yaklaşık 8 saat sürdü. Fakat Galatasaraylı grupla seyahat etmenin en güzel yanı bu, 8 saat harika muhabbet ve bol kahkaha sayesinde yol insana sanki yarım saat gibi geliyor. Ülkeyi ve Galatasaray’ı kaç kere kurtardık anlatamam 🙂 Oysa yol, hiç bitmeyen ve sollamaktan delirecek gibi olduğunuz tricycle’lar ile dolu ve 4 çeker olmasa gidilemeyecek bir durumda olmasına rağmen.

Bu bölge 3 ayrı şehirden oluşuyor ve Unesco’yu gerçekten tebrik ediyoruz, öyle güzel korumuşlar ki 2000 yıl olmasa da, gerçekten 100 – 200 yıldır hiç değişmemiş durumda ! 🙂 Buna en çok da kaldığımız “lodge” yani kulübeyi örnek verebilirim.

Arabayı bıraktıktan ve yanımıza sadece fotoğraf makinelerimizi alarak orman içinde yarım saat tırmandıktan sonra Batad’a ulaştığımızda karşımıza çıkan manzara gerçekten nefes kesiciydi ve harika fotoğraf kareleri verdi.

Fakat kalınan yerde ne banyo, ne elektrik ne de her hangi bir medeniyet olmamasına rağmen, bizlere oldukça zor ama çok değişik ve unutulmaz bir deneyim sundu. Fotoğraf tutkunuysanız muhakkak ama değilseniz pek zorlamayın derim.

 

Bu bölgede bir önemli yer de Sagada.

Burası özellikle sarp kayalara asılı tabutları ile meşhur. Bölgenin zenginleri öldükten sonra tanrıya daha yakın olabilmek için tabutlarını bu dik kayalara astırmışlar. Gerçekten çok farklı ve görülmeye değer bir yer.

Fakat işin ilginç yanı, buraya ulaşmak için oldukça yürüyor ve bayağı aşağıya doğru yol alıyorsunuz. Karşınıza çıkan sarp kayalar ise yaklaşık 60-70 m yüksekliğinde. Yani aslında inmeye başladığınız yer ile aynı seviye denilebilir ! Neyse biz inanan zenginleri üzmeyelim. 🙂

Fotoğrafçılar için, gün doğumu ve batımı çok özeldir. Bu seyahatimizde 5 sabah erken kalkıp, gün doğumu çekmek istedik ama maalesef bulutlar izin vermedi.

Fakat en değişik anımız, Sagada’da gün doğumu için tırmanarak gittiğimizde sabah saat 05.30 da buraya bizden evvel yüzlerce Filipinlinin gelmiş ve bekliyor olduklarını görmekti ! İnanın fotoğraf çekecek yer bulmak bile çok zordu.

 

Bu arada Filipinler oldukça dindar bir ülke ve koyu Katolikler. 1521 yılında Ferdinand Magellan ülkeyi İspanyol sömürgeliğine katmış ve o tarihte başta olan Kral II. Felipe onuruna da bu adalar topluluğuna Filipinos adını vermiş. 300 yıl boyunca İspanyolların sömürgeliğinde kalan ülke de Katolik inanış çok yaygın ve kuvvetli. Hatta öyle ki, boşanma yasak olduğu için evlenmeyen ve “single” olarak birliktelik sürmek oldukça yaygın. Demek bazı yasaklar insana doğruyu bulduruyor. 🙂

Mimari açıdan İspanyol mimari ve Koloniel evlerin bolca olmasına rağmen pek fazla İspanyol etkisini, İspanyolca isimleri göremiyorsunuz. Yerel lisanın yanında İngilizce resmi lisan. Tüm tabelalar, bildiriler İngilizce ve çocuğundan yaşlısına kadar herkes İngilizce konuşuyor.

Bunun sebebi de İspanyolların sömürgeliğinde İspanyollar Filipinlilerin okumasına izin vermiyorlarmış. Ta ki Amerika’nın Filipinleri, İspanyollardan 20 milyar dolara satın almasına kadar. Zenginlerin ada alması gibi !… 🙂

Adaya eğitim ve tabii ki İngilizce de bu şekilde geliyor. Daha sonra  19.YY da 1,5 milyon Filipinlinin öldüğü bağımsızlık savaşı ile bağımsızlıklarını kazanıyorlar ama resmi lisan İngilizce olarak kalıyor.

Filipinlilerin bir başka savaş başarısı da II. Dünya savaşında Japonları yenmeleri. Biz Dünya savaşını hep Avrupa olarak okuduğumuzdan, bu bölgedeki ve oldukça sert geçen savaş ve yaptığı tahribat hakkında maalesef pek bilgi sahibi değildik!

Şu an için Filipinler, başkanlık sistemi ile yönetilen demokratik bir Anayasal Cumhuriyet. Başkan aynı zamanda Başkomutan. Yorumsuz 🙂

Marcoslar seçimi kazanmalarına rağmen, Aquino’nun suikastı sonrası eşinin başa geçmesi ile Halkın Gücü Devrimini yaparak iktidarı ele geçirmesi, Ferdinand & İmelda Marcos’ların ülkeden kaçmalarına neden olmuş. Tabii ki, bir çok rüşvet ve yolsuzluk davası da cabası !… Biz bir tek İmelda’nın ayakkabılarını hatırlıyoruz. 🙂

Fakat konuştuğumuz bir çok Filipinli, Filipin’de ne yapıldıysa Marcos’lar zamanında yapıldı diyorlar. Sonrası açıkçası daha kötü olmuş ve Filipinler’de tüm zenginlik yabancı firmaların ve Amerikalı, Çinli zenginlerin.

Hatta bir yorumda “Marcos zamanında, sadece 1 kişi çalardı, şimdi herkes !..” demeleri oldukça trajikomikti.

 

Seyahatin keyif yanına, yani Borocay’a gelince….

Bembeyaz kumları, turkuaz denizi, harika deniz mahsulleri ve süper gece hayatı ile tam bir tatil cenneti. Avrupalı turistlerden çok Rusların ve Güney Korelilerin hücumuna uğramış durumda.

Filipinlerin havası tüm yıl boyunca 25-30 derece arasında olduğundan, yağmur sezonu haricinde deniz ve güneş turizmi için ideal konumda. Deniz sıcaklığı da, tuz oranı da mükemmel.

Filipinler mutfağı gerçekten çok başarılı. Borocay’da bir de, bu güzel mutfağa muhteşem kabukluları ve deniz mahsullerini eklediğinizde tadından yenmiyor !…

Ayrıca uzak doğunun müthiş keyfi masaj olayını sahilde beyaz kumsallarda elinizde buzlu margaritha’nız ile masaj yaptırırken içince keyfe diyecek yok !… Gün batımında ise Filipinlere has yelkenler ile güneşi batıranları fotoğraflamak çok güzel.

Bir güzel haber de, tüm bunların bizim paramızla bile çok uygun fiyata olması. Örnek vermek gerekir ise, gece kulübünde en pahalı içki 3 dolar, 5 yıldızlı otelde acık büfe deniz mahsulü büfe 15 dolar (ıstakozundan jumbo karidesine, istiridyesinden envai çeşit balığına kadar)  🙂

Gece hayatı ise, çok renkli ve çok eğlenceli. İster plajda kumsalda meşaleler altında partileyin, isterseniz bir birinden keyifli gece kulüplerinde dans edin.  Hele bir de “gan gam style” solisti ile tanışıp, barda onunla içip, eğlenmek muhteşem seyahatin unutulmaz çileği oldu.

İlginç bir anı da, deniz kenarı kumsalda harika bir akşam yemeği yerken Endonezya’da 7 şiddetinde deprem olduğu bilgisinin gelmesiydi. Önce sıradan bir haber gibi dinlerken, bir den Filipinlerin de Pasifik deprem kuşağında olduğunu hatırlamak ve Endonezya’nın da komşu olarak Tsunami ihtimalinin olduğu algılamak, hafif çapta paniklememize neden oldu.

Fakat tabii ki bizler,  “Galatasaraylıya bir şey olmaz” diyerek soğuk şarabımıza devam etme kararı aldık. 🙂

 

Sonuçta biz bu seyahatten çok keyif aldık, harika anılar ile döndük ve muhakkak tekrar gideceğimize dair sözleştik. Olağanüstü sahiller, deniz, iklim, sıcak kanlı insanlar, ucuz seyahat imkanı ve gezilecek yerlerin çokluğu ile Asya’nın en güzel ülkelerinden biri olan Filipinleri size de tavsiye ederim… Nice güzel keyifli seyahatlere…

 

Yolculuk, insanı önce sözsüz bırakır

sonra da iyi bir hikaye anlatıcısına dönüştürür…

Ibn Battuta