Canım Annem

Canım demekten büyük keyif aldığım, canımdan kıymetli Canım Annem…

 

Sen beni tanıyalı 53, ben seni tanıyalı 52 yıl olmuş! Şaka değil, tam yarım asır!

Birlikte ne badireler atlattık ve sen ne fedakârlıklar yaptın benim için!

Ama hayatın tadını da ne güzel çıkardık!

Özellikle yaz kış demeden Teşvikiye’den, Bayramoğlu’na her yıl gidip gelişlerimizde…

 

Nasıl unuturum?

Benim gibi yemek problemi olan bir çocuğa bile (yemek yemezsem babamla sorun yaşarım diye mutfak tezgahına oturtup eğlendirerek) kısıtlı bütçenizden kısarak aldığınız pirzolaları yedirmeni…

Merkez Bankası’ndan dolmuşlarla elin kolun dolu eve yorgun argın dönerken, çok sevdiğim için bana Unkapanı’ndan  köfte-ekmek getirmelerini…Eti incecik dilimleyip, tava da kendine has bir yöntemle bana döner hazırlayışlarını…

Hayatımda yediğim en lezzetli döner ve köfte-ekmektirler hala.

 

Belki mecburiyettendi,  ama daha ben ilkokuldayken bana evin anahtarını vermen…

Ve okul çıkışı eve gelip, ödevlerimi bitirerek sizi beklemem…

Bana duyduğun güven ve verdiğin sorumluluk duygusu ile hayat boyu özgüvenimin yüksek olmasını ve ayaklarımın üzerinde güvenle durmamı sağladın.

 

Galatasaray’ımız…

Koyu bir Galatasaraylı olarak beni de sarı kırmızı renklere gönül veren biri yaptın.

El emeği göz nuru ördüğün sarı-kırmızı atkı nedeni ile mahallede ilk kavgamı etmiş olsam da, okula sıcacık ve Galatasaraylı olmanın büyük gururu ile gitmenin keyfini yaşattın.

Babamın İstanbul Erkek Lisesi’ni istemesine peki deyip, yine de Galatasaray’a yazdırman, hayatımı değiştirdi ve ailemden sonra en değerli camiam olacak Galatasaray’ı bana kazandırdı.

Lise yıllarından hatırladığın Fransızca ile bana sayıları öğreterek, ilk ve tek özel hocam oldun.

Galatasaray’a kayıt yaptırdığın gün, ağaçlı yolda ellerini açıp mezuniyetimi görmek için ettiğin dualar, eğitim hayatım boyunca koruyucum olarak yanımda oldu.

Ve ne mutlu bana ki, sana, mutluluktan gözlerinin yaşardığı diploma gününü yaşatma imkanını ve gururunu verdi bana.

Galatasaray, ailemizden hiç eksik olmadı,  ve ben babamla yaptığım maç sohbetlerini şimdilerde büyük bir keyifle seninle yapıyor ve her maçtan sonra büyük bir heyecan ile seni arıyorum.

Birlikte daha nice maçlara ve şampiyonluk kutlamalarına diyorum!

 

Her çocuk gibi benim için de yazlar çok değerliydi.

Sen çalıştığından dolayı, ben evde tek başına sıkılmayayım diye, yazları Moda’da anneannem, teyzem ve kuzenlerimle yaşadım. 

Her ne kadar, hastalandığımda “Madam Teyze popomu görecek” diye yalvarmamı kaale almayıp iğne yapan teyzemi unutmasam da, çok keyifli yazlar geçirdim.

Daha sonra hepimizin çok sevdiği Bayramoğlu günleri başladı.

Okulun bittiğinin ertesi günü, büyük bir telaş ve heyecanla arabayı tıka basa doldurur, (ben arka koltukta eşyalar içerisinde ve yanımda arkadaşım TV ile) sanki temelli taşınıyormuşçasına, hep birlikte şarkılar söyleyerek Bayramoğlu’na giderdik.

Yarısı balkondan oluşan ve neredeyse tamamı 50 metre kare olan evimiz ise bizim yazlık sarayımızdı.

Yemeğe çağırmak için balkon demirine astığın havlu; 4G’nin bile erişemediği, bize özel iletişim sistemimizdi!

Babamın geceden hazırladığı çapari oltaları ile hep birlikte balığa çıkışımızı…

Her zaman en çok istavriti senin tutmanı…

Ve dönüşte de martıları besleye besleye balık ayıklamanı…

Sonrasında da balkonda elektrikli çakma mangalımızla o istavritleri cızırdatmanı…

Hayatın keyfini çıkartmamızı sağlayışını nasıl unutabilirim!

 

Lise yılarında rehberlik yapmaya başladığımda,  çok sık seyahat ediyor ve anılarımı büyük bir heyecanla balkonumuzda sizlere anlatıyordum. Senin deyiminle “Sizlerin dünyaya açılan penceresi” olmak beni çok mutlu ediyordu.

Ailecek kahkahalar ile güldüğümüz bu anıları size anlatmak, inan yaşamaktan daha hoştu.

Ve Bodrum turlarından birinde, ben dünyalar güzeli bir kıza sevdalandım. Senin onu, neredeyse benden daha çok sevmen, hayatımı bir kez daha değiştirdi ve Zeynep’imi evleneceğim kadın konumuna getirdi.

 

Üniversite yıllarım çalışarak geçti daha çok.

Geceleri Hilton Otel’inde çalışıp, gündüzleri Boğaziçi Üniversitesi’nde derse gitmem, senin için büyük bir gurur vesilesi olsa da, ana yüreğinle, uykusuz kalıyorum diye üzülmene az sebep olmadı! 

Kısıtlı uyku zamanlarım bölünmesin diye kimseyi arattırmaz, çıt çıkarmazdın. Benim için uykunun her dakikasının değerini bildiğinden mi, 

yoksa şımartmayı sevdiğinden mi, bilemiyorum ama kahvaltıda ekmeğime reçel ve peyniri sürmüş olarak hazır etmen, anılarımın en keyifli ve şımartılmış hali ile durur hala belleğimde.

 

Okuldan mezun oluşum ve bedelli askerlikten faydalanabilmek için Moskova’ya çalışmaya gidişim…

Ama tabii ki, bu seyahate çıkmadan evvel hayatımdaki büyük değişiklik… Evliliğim…

Zeynep ile çıktığım zamanlardan, evlenme kararıma kadar hep yanımda olup, beni bu evliliğe teşvik etmen…

Hatta düğün günü,  biz olağanın dışında sürekli dans ederken babamın “Oğlum böyle olur mu? Bir oturun da misafirlere hoş geldin, deyin!” demelerine bile senin “Bırak çocukları keyiflerine baksınlar!” deyişin hala kulaklarımda…

Kolay değildi; sizin kuşak için çok tehlikeli sayılan “Komünist” bir ülkede çalışmam!

Demir Perde ülkede çalışmam mı, yoksa çok soğuk Moskova’da yaşamam mı, senin anne yüreğini pır pır eder, endişelendirir ve bana o endişeli mektupları yazdırırdı sana?

İletişimin neredeyse sıfır olduğu o zamanlarda, mektuplarınızı tekrar tekrar okumam hasretimi azaltan en güzel yollardan biriydi. 

Ama o Moskova ziyaretin, unutulmaz bir hafta yaşamamızı ve baş başa muhteşem anılar biriktirmemizi sağladı. 

Bolşoy Tiyatrosu’nun ön locasında Kuğu Gölü seyredip, antrakta “Ramazan’da günah olur  Reha? “ diyerek, çekine çekine havyar yiyip şampanya tatmanı ve utanıp kızarmanı hiç unutmayacağım.

Hele o çok sevdiğin Mink kürkü almamız ve senin korka korka gümrükten geçirmen!

Üstünde her gördüğümde bana o güzel günümüzü hatırlatır, hep tebessüm ettirir.

 

İstanbul’a döndüğümde otelde çalışmam ve güzel pozisyonlara gelmem sizleri ne kadar da mutlu etmişti!

Conrad’da müdür olduğumda sizleri krallar gibi ağırlamıştım.  Ama otelde sizi ağırladığım günlerin birinde, kendi işimi kurmak üzere görevimden ayrılma kararı aldığımı söylediğimdeki şoku ve yaşadığın üzüntüyü dün gibi hatırlıyorum.

Ancak o kararda da benim yanımda oldunuz. Ve hatta açtığım café’nin peşinatında, kısıtlı bütçenizden biriktirdiklerinizle bana maddi yardımda bulundunuz ve istediğimi yapmam için bana destek verdiniz.

Ve o günkü desteğiniz, bu günlere gelmemi sağladı. Peşinat belki çok büyük değildi; ama desteğiniz paha biçilmezdi!

 

Düşünüyorum da, daha nice maceralarımız oldu seninle be Canım Annem!

Meşhur Anadol arabamızdan sonra, o zamanlar yabancı otomobil olan Renault 9’u teslim almaya beraber gidişimiz…

Öyle ki, yeni ehliyetli 18 yaşında biri olarak, babamın bana duyduğu o inanılmaz güven…

Ve senin yumuşaklığın-ve yansıttığın rahatlık sayesinde, Sirkeci’nin akşam trafiğinde  stresten kan ter içinde, ama seninle mutluluktan uça uça eve gelişimiz…

Ki, daha sonra satın aldığımız evin anaparasını vermek için kendi otomobilimizi sattığımızda,  araçsız kalmayalım diye o arabayı bize vermeniz…

Daha sonra aldığım hangi otomobil ondan daha değerli olabilir ki!

 

Ve tabii ki torunlar!

Beni mi çok sevdiğinden, yoksa erkek çocukları mı çok sevdiğinden bilemiyorum ama hep erkek torun istedin ve şans bu ya, aslanlar gibi iki torun sahibi oldun. 

Doğumdaki heyecanından, babamla birlikte onları parka götürüşüne… Bayramoğlu’nda onları ağırlayıp, babamın Kaan’a bisiklet binmeyi öğrettiğinde beni arayarak büyük bir heyecan ile müjdeyi verişine  kadar…  

Ne güzel günlerdi!

Onlar büyüdüler ve sen onlara hala için titreyerek büyük bir sevgi ile bakıyorsun.

Ben de, bu anı büyük bir gurur ile seyrediyor, hiç unutmamak üzere hafızama kazıyor ve bir gün torunlarının çocuklarını da görmen için dua ediyorum.

 

Bir çok güzel anımız yanında, en büyük acıyı da beraber yaşadık be Canım Annem. Babamı  sonsuzluğa uğurladık.

Kalbi tertemiz, sevgi dolu, ailesi için canını veren biriydi ama zor bir adamdı.

Sana olan sevgisi ve seni hep yanında istemesi, seni zaman zaman zorlasa da çok güzel günlerimiz, anılarımız oldu.

Ne mutlu bana ki, her gün seni aradığımda sana “Canım Annem!’’ diyebiliyorum.

Ve seni ne çok sevdiğimi defalarca söyleyebiliyorum.

Çünkü seni çok ama pek çok seviyorum Canım Annem !…

 

Bana mutluluğu anlat deseler "Annem yaşıyor" der susarım !...

Reha Keskin